Bismillâhirrahmânirrahîm.
Elhamdülillâhi Rabbi'l-âlemîne. Ve's-salâtu ve's-selâmu alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn ve men tebi'ahû bi-ihsânin ilâ yevmi'd-dîn.
Emmâ ba'd:
Fe-kale Rasûlullah sallallahu Teâlâ aleyhi ve sellem.
لَيَبْعَثَنَّ اللهُ أَقْوَامًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ، يَتَلَأْلَأُ وُجُوهُهُمْ، يَمُرُّونَ بِالنَّاسِ كَهَيْئَةِ الرِّيحِ، يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ بِغَيْرِ حِسَابٍ. قِيلَ: مَنْ هُمْ يَا رَسُولَ اللهِ؟ قَالَ: أُولٰئِكَ قَوْمٌ أَدْرَكَهُمُ الْـمَوْتُ وَهُمْ فِي الرِّبَاطِ
Le yeb’asenallâhü akvâmen yevme’l-kıyâmeti yetele’lee vücûhühüm yemurrûne bi’n-nâsi kehey’eti’r-rîhi yedhulûne’l-cennete bi-gayri hisâbin kîle men hüm yâ resûlallâhi kâle e ülâike kavmün edrakehümü’l-mevtü ve hüm fi’r-ribâti.
Sadaka Resûlullah fî mâ kâl ev kemâ kâl.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’ten nakledildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz hazretleri, bu hadîs-i şerîfinde şöyle buyuruyorlar:
Le yeb’asenallâhü akvâmen yevme’l-kıyâmeti. “Kıyamet gününde Allah-u Teâlâ hazretleri bazı kavimleri ba’s edecektir.”
Ve’l-ba’sü ba’de’l-mevt. “Ölümden sonra dirilmek hak!”
Le yeb’asenallâhü akvâmen. “Bazı kavimleri ba’s edecek!”
Nasıl?
Yetele’leü vücûhühüm. “Allah; bazı insanları kıyamet gününde yüzleri nur saçar vaziyette ba’s edecek, etrafa ışık pırıltıları saçar vaziyette ba’s edecek!”
Yemurrûne bi’n-nâsi kehey’eti’r-rîhi. “Yüzleri pırıl pırıl parlıyor. İnsanların yanından rüzgâr gibi geçecekler.”
Yüzleri ışıl ışıl parlıyor. İnsanların yanından rüzgâr gibi geçip gidecekler.
Yedhulûne’l-cennete bi-gayri hisâbin. “Ve cennete de hesapsız girecekler.”
Sorgu sual, hesap, muhakeme olmadan doğrudan doğruya cennete girecekler.
Kîle men hüm yâ resûlallâhi. “Denildi ki: Kim bunlar yâ Resûlullah?”
“Yüzleri ışık saçıyor, insanların yanından vız diye rüzgâr gibi geçiyorlar, cennete hesapsız giriyorlar… Kim bunlar yâ Resûlallah?”
Kâle e ülâike kavmün edrakehümü’l-mevtü vehüm fi’r-ribâti. “Bunlar o kimselerdir ki ölüm bunlara ulaştı, bunlar hudutlarda nöbet tutarlarken hudut kalelerinde bekleşmekteyken vefat ettiler!”
Bu hadîs-i şerîf ribatın, hudutlarda beklemenin [ne kadar sevaplı olduğunu gösteriyor].
O anda savaş yok, düşman yok ama gelebilir, saldırabilir diye hudutlarda nöbet tutmanın ne kadar sevaplı olduğunu gösteriyor.
Hudutlarda nöbet tutmaya “ribat” veya “murabata” denilir. Bunların oturdukları kalelere düşman birden saldırırsa aniden baskına uğramasınlar diye yapılmış müstahkem yerlere de “ribat” adı verilir. Böyle yapan kimselere, ribatta bulunan kimselere de “murabıt” denilir.
Murabıtlar ve mücahitler çok kıymetli insanlardır. Mücahitler, savaş olmuş fîlen savaş ediyor. Murabıt, savaş yok hudutta bekliyor ama savaş çıkarsa cihatta yapar. Zaten cihat için bekliyor.
Beklemek de çok sevap!
Savaşa girmemiş bile olsa hudutta beklerken vefat ediyor, onun için yüzleri böyle pırıl pırıl nurlu!
“Düşman gelmesin diye nöbette düşmanı bekleyenin gözüne cehennem ateşi değmeyecek!” diye de hadîs-i şerîf var. O da ribatları, murabıtları anlatmış oluyor. Nöbet tutanların sevabını anlatmış oluyor.
Şimdi dünyada savaşların sıfatı değişti.
Eskiden ordular karşı karşıya bir ovada gelirlermiş, savaşılacak bir yerde birbirlerine saldırırlarmış. Kıran kırana; meydan savaşında birisi galip gelirmiş, bir taraf öbür tarafı yendi vs.
Şimdi işler çok daha sinsice götürülüyor. Çok daha derinden hilelerle, oyunlarla düşmanlıklar yapılıyor. Müslümanlar zarara uğratılıyor. Onun için gaye İslâm’ı ve müslümanları korumak olduğuna göre, bu devirde de İslâm’ı ve müslümanları korumak için gözünü dört açan ve çalışmayı o maksatla yapan insanlar -Allah bilir ama- Allah’ın lütfuyla murabıt sevabını alırlar! Çünkü onlar da İslâm’ı koruyorlar, müslümanları koruyorlar.
Müslümanlığı nasıl koruyacağız, müslümanları nasıl kurtaracağız?
Saldırmıyor ki cepheye gidelim de tüfekleri alalım da siperlere yatalım da çarpışalım! O devir geçtiğimiz yirminci yüzyılın -daha önceki yılların- savaşıydı. İşte Çanakkale Harbi, işte İstiklâl Harbi işte siperler; siperlerde kahramanca bekleyenler, yaralananlar, ölenler, gazi olanlar!..
Ama şimdi işleri çok dolambaçlı yollardan evirip çevirip milletleri pes ettiriyorlar. Kendi idarecilerine sahip bulunuyorlar ama düşmanların emrinde oluyorlar. Ama bunlar millete Sırp’tan Yunan’dan, Rus’tan daha beter düşmanlık yapıyorlar. Hazineyi daha çok yağmalıyorlar, millete daha çok zarar veriyorlar, çok daha büyük kalleşlikler yapıyorlar. Millet de isimleri güzel isimler diye bunları anlayamıyor. Korkunç tuzaklı işler! Tabii bu arada da anlayan insanlar söylüyor, söylüyor da dinleyen yok!
Millet kendisine hançer saplayanı seviyor, bağrına basıyor; kendisini korumaya çalışanı hapse atıyor, ipte sallandırıyor! Acayip bir dünya! Tabii bunların hepsi kıyamet alametleri!
لَيَبْعَثَنَّ اللهُ الْحَجَرَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلَهُ عَيْنَانِ يَنْظُرُ بِهِمَا، وَلِسَانٌ يَنْطِقُ بِهِ، يَشْهَدُ لِـمَنِ اسْتَلَمَهُ بِحَقٍّ
Le yeb’asennallâhü’l-hacere yevme’l-kıyâmeti ve lehû aynâni yenzuru bihimâ ve lisânün yentıku bihî yeşhedü li-menistelemehû bi-hakkin.
Abdullah b. Abbas radıyallahu anhümâ bu hadîs-i şerîfte bildirmiş ki;
“Kıyamet gününde Allah-u Teâlâ hazretleri Hâcer-i Esved’i getirecek, ba’s edecek, ortaya koyacak. Bunun iki gözü olacak, Hâcer-i Esved iki gözle etrafa bakacak. Dili olacak ve bu diliyle konuşacak, söyleyecek. Hakkıyla kendisini istilam edene şahitlik edecek! Bismillâhu Allahu ekber deyip elini sürene veya uzaktan işaret edene;
“Evet yâ Rabbi! Bu hacca gelmişti, umre yapmıştı. Beni istilam etti, selamladı. Tavafı güzelce yaptı. Önümden geçerken; Bismillâhi Allahu ekber dedi. Bana selam verdi yâ Rabbi, tamam!” diye şahitlik edecek.
Cenâb-ı Hak her şeye kâdir! Her mahlûka isteği şekilde istediği şeyi yaptırır; konuşturur, söyletir. Her şeye kâdirdir.
Âmennâ ve saddaknâ!
لَيَبْلُغَنَّ هٰذَا الْأَمْرُ مَا بَلَغَ اللَّيْلُ وَالنَّهَارُ، وَلَا يَتْرُكُ اللهُ عَزَّ وَجَلَّ بَيْتَ مَدَرٍ وَلَا وَبَرٍ، إِلَّا أَدْخَلَهُ اللهُ هٰذَا الدِّينَ، يُعِزُّ عَزِيزًا، وَيُذِلُّ ذَلِيلًا، عِزًّا يُعِزُّ اللهُ بِهِ الْإِسْلَامَ، وَذُلًّا يُذِلُّ اللهُ بِهِ الْكُفْرَ
Le-yeblüğanne hâze’l-emrü mâ beleğa’l-leylü ve’n-nehârü ve-lâ yetrükullâhü azze ve celle beyte mederin ve lâ veberin illâ edhalehullâhu hâze’d-dîne yüizzü azîzen ve yuzillü zelîlen izzen yüizzullâhü bihi’l-İslâme ve züllen yuzilallâhü bihi’l-küfra.
Ahmed b. Hanbel, Taberânî, Hâkim, Beyhakî Temîm ed-Dârî radıyallahu anh’ten rivayet etmişler ki;
Le-yeblüğanne hâze’l-emrü mâ beleğa’l-leylü ve’n-nehârü. “Bu iş, gecenin gündüzün ulaştığı yerlere kadar ulaşacak.”
Bu iş dediği nedir?
İman, İslâm, İslâm’ın yayılışı!
“Gecenin gündüzün ulaştığı yerlere kadar ulaşacak!”
Ve-lâ yetrükullâhü azze ve celle beyte mederin ve lâ veberin illâ edhalehullâhu hâze’d-dîne. “Allah hiçbir çamurdan veya kıldan dokuma çadır, ev kalmamak şartıyla her yere bu dini sokacak. Her yere bu dini bildirecek, Allah İslâm’ı duyuracak!” Yüizzü azîzen. “Azizi izzetli edecek.” Ve-yuzillü zelîlen. “Zelili hor edecek.” İzzen yüizzullâhü bihi’l-İslâme. “Allah’ın insanları aziz kıldığı şey İslâm. İslâm’a girenler aziz olacaklar.” Ve-züllen yuzilallâhü bihi’l-küfra. “Allah’ın zelil kıldığı şey de küfür. İslâm’a girmeyenler de zelil olacaklar.”
Allah İslâm’la müşerref kıldıklarını aziz edecek; o şerefe eremeyenleri, küfürde kalanları hor zelil edecek. Ama bu iş her yere ulaşacak!
Peygamber Efendimiz bu hadîs-i şerîfte; “İslâm her eve; hem çamurdan yapılan eve, hem kıldan dokunan çadırlara, yörük çadırlarına, göçebe çadırlara, bedevî çadırlarına; her tarafa ulaşacak!” diye bildiriyor.
Allah-u Teâlâ hazretleri bizi İslâm’ı yayanlardan, tanıtanlardan, İslâm’a girmeyi kolaylaştıranlardan; İslâm’ı yaşayanlardan, yaşayışıyla İslâm’ın güzel olduğunu başkalarına bil-fiil gösterenlerden eylesin.
Arkadaşlardan bir tanesi Amerika’dan bilgisayara yazmış:
Arkadaşlarımız bir tanesiyle çalışmışlar, bir beyaz Amerikalı’yı İslâm’a sokmuşlar. "Çalışıp da bizim [İslâm’a] soktuğumuz ilk beyaz." diyorlar. Zenciler Afrikalılar filan giriyordu da, bu beyaz şahıs müslüman olmuş.
Allah her şeye kâdir! Bize çalışmak, Allah’ın dinine yardımcı olmak düşüyor.
Yardımcı olmak; savunma tarzında, nöbet tutma tarzında bile Allah cennete sokuyor. Yaymak, öğretmek tarzındaysa daha çok cennete sokar, daha çok büyük dereceler verir. Onun için İslâm’ı öğrenelim.
Evvela lütfen çocuklarımıza İslâm’ı öğretelim. Evvela evimizde İslâm sağlam dursun, yayılsın. Biz öldükten sonra bu çocuklar ne olacak, kendimize onu soralım.
Biz dünyadan gittikten sonra bu çocuklar namaza devam edecekler mi, bu bayrağı burçta tutacaklar mı, dalgalandıracaklar mı, bu camiler cemaatle dolacak mı, İslâm için çalışacaklar mı?.. Kendileri namazlı niyazlı, oruçlu, haclı, zekâtlı mübarek insanlar olacaklar mı, bunu sağlayalım.
İslâm’ı öğretelim, sevdirerek öğretelim. Çocuklar İslâm’ı sevsin ve bize de hayır dua etsinler. Bizim de kabirde şad olmamıza, kabrimizin cennet bahçesi olmasına, kabirde mutlu olmamıza yardımcı olsunlar.
يَا أَيُّهَا النَّاسُ، اتَّخِذُوا تَقْوَى اللهِ تِجَارَةً يَأْتِيكُمُ الرِّزْقُ بِلَا بِضَاعَةٍ وَلَا تِجَارَةٍ، ثُمَّ قَرَأَ: ﴿وَمَنْ يَتَّقِ اللّٰهَ يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًاۙ وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُۜ
Yâ eyyühe’n-nâsü ittehizû bi-takvâllâhi ticâreten ye’tîkümü’r-rızku bi-lâ bi-dâatin ve lâ ticâretin sümme karae ve men yettekıllâhe yec’allehû mahrecen ve yerzukhü min haysü lâ yahtesibû.
Sadaka Resûlullah fî mâ kâl ev kemâ kâl.
Taberânî, Hulvânî, İbn Merdeveyh; hadîs-i şerîfi Muaz radıyallahu anh’ten rivayet etmişler. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki;
Yâ eyyühe’n-nâsü. “Ey insanlar!” İttehizû bi-takvâllâhi ticâreten. “Takvâyı; Allah korkusunu, Allah’tan sakınıp çekinmeyi kendinize ticaret edininiz!” Ye’tîkümü’r-rızku bi-lâ bi-dâatin ve-lâ ticâretin. “Öyle yaparsanız size rızık; malsız, sermayesiz, ticaretsiz gelir!”
Bu ne demek?
Allah’tan korkan kul olursanız Allah sizin rızkınızı ticaretsiz, malsız, sermayesiz de gönderir!
Çalışmadan olur mu böyle şey?
İşte herkes sabah dükkân açıyor, akşama kadar amelelik yapıyor. Sanatının, bileğinin gücünü kullanıyor, aklını kullanıyor, akşama kadar göz nuru döküyor, tarlada çalışıyor vs.
Olur mu böyle?
Olur!
Peygamber Efendimiz âyet-i kerîmeyi okumuş:
Ve men yettekıllâhe yec’allehû mahrecen. “Kim Allah’tan korkarsa haramlardan, günahlardan sakınıp çekinirse kendisi cehenneme düşürecek, kendisini Allah’ın kahrına, gazabına uğratacak işlerden uzak durursa; ye'callehü me'hracâ "Allah ona bir çıkış yeri yaratır, sıkıntılarından kurtulma yolu yeri yaratır.”
Ve yerzukhü min haysü lâ yahtesibû. “Ve ummadığı yerden onu rızıklandırır!”
Tahmin etmediği, beklemediği, ümit etmediği yerden rızkı çıkar gelir. Şaşırır kalır.
Âyet-i kerîme böyle dediği için Peygamber Efendimiz diyor ki;
Ticaretse takvâyı ticaret yapın. Bak takvâ ticareti ne kadar güzel! Siz Allah’tan korkuyorsunuz, Allah da rızkınızı nasıl gönderiyor! Ticaretsiz, malsız, sermayesiz nasıl gönderiyor. En güzel ticaret bu: Allah’tan korkuyorsun, haramlardan günahlardan sakınıyorsun; Cenâb-ı Mevlâ ihsan ediyor. Gökten kuş gönderiyor, yerden yiyecek bitiyor; ihsan ediyor.
Kur’ân-ı Kerîm yazdığı için, tarihten misaller böyle olduğu için bunları söylüyoruz.
Sina çölünü teçhizatlı, teşkilatlı ordular geçememiş! Sina çölünden Musa aleyhisselam, fukara kavmi ile Firavun’dan kaçan kavmi ile nasıl geçti?!..
Beş saatlik yol değil ki üç saatlik yol değil ki; “Dişimi sıkarım, yürürüm geçerim karşı tarafa!..” diyebilesiniz! Su yok, dere yok, pınar yok, gölge yok. Çöl, kum ve çok sıcak! Çok sıcak yerden ordular Mısır’a geçemiyorlar. İstila eden ordular Şam’ı istila ediyor, Irak’ı istila ediyor, Anadolu’yu yakıp yıkıyor; Mısır’a gidemiyor. Çünkü o çölü geçmek bütün hazırlıklara rağmen o zamanın şartlarına göre çok zor.
Musa aleyhisselam kavmiyle nasıl geçti?
Fukaracıklar hiçbir şey alamadılar ki yanlarına! Canları kurtarmak için Firavun’un ordusundan kaçtılar. Firavun da gözlerinin önünde boğuldu.
O çölü nasıl geçtiler?
Bir; Cenâb-ı Hak onu gönderdi. Rüzgârı bulutu yaradan sevk eden Allah değil mi?
Bulut gönderdi bir gölgelendirdi.
Ve zellelnâ aleykümü’l-gamân.Cenâb-ı Hak bir de kasten, arzu ettiği için öyle murad ettiğinden yaptı.
“Bulut buraya da gelmiş, dışarıda bulut görünüyor…”
O öyle değil! O tam onların, o tarafa geldiği sırada o bulutsuz ayna gibi pırıl pırıl gökyüzünün bulutlanması özel bir nimet olarak Allah tarafından!
“Şu kullarım, şu Musa peygamberimin ümmeti, şu Firavun’dan kurtardığım, lütfettiğim; ibret olsun diye Firavun’u da gözlerinin önünde gark ettiğim şu kavmi, burada Firavun’dan kurtuldu ama açlıktan öldürmek istemiyorum. Bunları burada güneşin altında et kızartması, et kavurması yapmak istemiyorum. Bunları buradan kurtaracağım. Vaat ettiğim toprakları da onlara nasip edeceğim, Filistin'de vereceğim, geçireceğim.”
Nasıl geçirecek?
Cenâb-ı Hak halk ediyor. Bir şeyi murad etti mi, esbabını halk ediyor.
Bulutlar geldi, gölgelendirdi; oldu mu şemsiye! Şemsiyeleri yok, başlarını örtecek bir şeyleri yok; oldu mu şemsiye?
Oldu.
Yanlarında rızıkları da yok, torbaları boş. Belki torbaları bile yok. Belki çoluk çocuk, kadın erkek, zayıf garibanlar -düşünün şöyle göz önüne getirin- nehri geçtiler, denizi geçtiler.
Sonra ne oldu?
Allah bıldırcınları gönderdi.
“Bıldırcınlar her zaman uçuyordu. İşte Karadeniz’den de geliyor, Sinop’a da dökülüyor…”
Ama tam o sırada tam onların yanına sapır sapır bıldırcınları döktü. Apâşikâr Cenâb-ı Hakk’ın özel o sıradaki lütfu! Bıldırcın eti yediler. Pişir pişir ye, topla topla ye, yağ da var et de var! Doymadıysan bir tane daha ye, bir tane daha ye!
Sonra bir de kudret helvası -mantar gibi bir şey- çıkartıvermiş yerden; kudret helvası denilen katık, tatlı da. Bol bol oluvermiş. Onları da yemişler geçmişler.
Demek ki Cenâb-ı Hak; Allah’tan korkan, haramlardan günahlardan sakınan kulları; ticaret olmadan, kervan olmadan, dükkân, pazar olmadan besliyormuş! Tarihten misal bu!
“Şimdi yirminci yüzyılda nasıl olur?”
Yirminci yüzyılda da çağdaş usullerle olur, ummadığın bir yerlerden olur. Nasıl olursa olur. Cenâb-ı Hak esbabı halk eder, ihsanını ikram eder. O kadar kesin!
Peygamber Efendimiz diyor ki;
“Müttakî kul olun, takvâ ehli olun!”
Hayatlarını okuyoruz:
Eskiden evliyâullah, Allah’ın [bir] velî kulu ticaret yapıyormuş:
“Neden ticaret yapıyorsun?”
“Kimseye muhtaç olmayayım, kimseye yük olmayayım. Helal para kazanayım, kazandığımla da fakire fukaraya hayr-u hasenât yapıp sevaplar elde edeyim diye…”
Yoksa sabretmesini de bilirler. Sabreder, oturursa başkası gelecek, buna ikram edecek; başkasına yük olacak. Kendisi çalışırsa kendisi para kazanacak, başkasına ikram edecek; sevap kazanacak. Hem yük olmayacak hem başkasına iyilik yapacak.
Ama dükkânına gidermiş. Dükkânının perdesini açmadan, ticaretini başlatmadan içerde bilmem kaç rekât namaz kılarmış. Yüz rekât namaz kılmadan açmayan evliyâ var. Yüz rekât az mı yahu! Bir rekât birer dakika olsa yüz dakika eder. Yüz dakika da bir buçuk saatten fazla; bir buçuk, iki saat namaz kılmadan açmıyor.
Geçen gün takvimin arkasında vardı:
Yahya isimli vezir; Bermakî ailesinden Yahya el-Bermakî. O devrin evliyâsından meşhur bir alim, fâzıl bir şahsa her ay dört bin dinar mı ne kadar para gönderirmiş.
O da dua edermiş:
Yâ Rabbi! Bu Yahya kulun beni dünya işleriyle uğraşmaktan kurtarıp şu benim paramı verip de beni rahatlandırdığı gibi sen de onu âhirette rahatlandır yâ Rabbi!..” diye dua edermiş.
Cenâb-ı Hak duası makbul, iyi kulunu nasıl maaşa bağlattırıyor!
Dört bin dinar maaşı geliyor.
Hâlbuki adam çalışmıyor!..
O vezire ikram ediyor; ihsan ediyor, aklına sokuyor. O vezir buna parayı gönderiyor. O vezir de sevap kazanıyor, bunu sevap kazanmak için yapıyor. “Bir fukara, alim, takvâ ehli, namuslu insana bir iyilik yapayım da oradan sevap kazanayım, duasını kazanıyım…” diye yapıyor. O da ondan yapıyor.
“Allah Allah! Cenâb-ı Hak beni hiç çalışmadan rızıklandırdı, ben de ibadetimle, ilmimle meşgul olayım.” diye o da kendisini ilme daha iyi veriyor. Her yönden faydalı. Tembellik değil!
Sonra Yahya el-Bermakî ölmüş. Yazıyor ki;
Ölünce rüyada görmüşler. Demişler ki;
“Yâ Yahya! Cenâb-ı Mevlâ sana sen öldükten sonra sana ne muamele yaptı?”
Demiş ki;
“O yardım ettiğim filanca alimin duası hürmetine beni afv-u mağfiret etti!”
Bak Cenâb-ı Hak âhiretten dünyaya nasıl da mesaj haber iletiyor! Rüya ile nasıl açık seçik iletiyor!
Ben [Mehmed Zahid Kotku] Hocamız’ın zamanında “Kur’ân-ı Kerîme çalışacağım.” diye kendi kendime söz vermiştim. Ondan sonra [Mehmed Zahid Kotku] Hocamız vefat etti, aradan ne kadar zaman geçti… İstanbul’da gençlerden birisi bana;
“Hocam, Mehmed Zahid Kotku Hocamız’ı gördüm. Rüyamda size selam ediyor. ‘Kur’an çalışmaları ne oldu?’ diye soruyor.” dedi.
Subhanallah, Allahu ekber!
Çocuğu tanımam, şimdi ismini sorsanız bilmem. Rüya görmüş ondan [Mehmed Zahid Kotku] Hocamız bana haber veriyor.
Doğrudan kendisi de söyleyebilir de ibret veriyor, subhanallah!
Allah insanı ummadığı yerden rızıklandırır mı?
Rızıklandırır, âyet var. Peygamber Efendimiz’in de tavsiyesi:
“Siz müttakî kul olun, takvâyı ticaret yapın!” diye latifeli söylüyor.
“Yapacaksanız takvâ ehli olun, sevap kazanın!”
Latifeli bir anlatım:
“Hani siz ticaretin peşinde koşuyorsunuz; yapacaksanız takvâ ticareti yapın, müttakî kul olun da sevap kazanın, rızık kazanın!” demek istiyor.
Ye’tîkümü’r-rızku bi-lâ bi-dâatin ve lâ ticâretin. “Mal; parasız, sermayesiz, ticaretsiz size gelir, kazanç size gelir!”
Rızık kazanmak için milletler dükkân açıyor, çareler arıyor, koşturuyor, uğraşıyor didiniyor; yine de kazanamıyor.
“Dükkân açtık ama kazanamadık yahu, sermayeyi küçülttük. Kediye yüklesen kedi taşıyacak hâle geldi. Hâlbuki sermayeyi deveyle getirmiştik, sermayeyi kediye yükledik!..”
Tabii sen Allah’tan korkmazsan Cenâb-ı Hak da rızkını daraltır!
Günah, rızkı azaltır! Haram; rızkı mahveder, tahrip eder, ticareti mahveder. Hile hüd’a hem dünyayı hem âhireti mahveder!
Allah bizim gönlümüzü açsın, gerçekleri göstersin.
Ve bir hadîs-i şerîfinde buyuruyorki:
يَا أَيُّهَا النَّاسُ، عَلَيْكُمْ بالْعِلْمِ قَبْلَ أَنْ يُقْبَضَ وَقَبْلَ أَنْ يُرْفَعَ. الْعَالـِمُ وَالْـمُتَعَلِّمُ شَرِيكَانِ فِي الْأَجْرِ, وَلَا خَيْرَ فِي سَائِرِ النَّاسِ بَعْدُ.
Yâ eyyühe’n-nâsü aleyküm bi’l-ilmi kable en yükbeda ve kable en yürfa’ el-âlimü ve’l-müteallimü şerîkâne fi’l-ecri ve lâ hayre fî sâiri’n-nâsi ba’dü.
Taberânî ve Hatîb-i Bağdâdî bu hadîs-i şerîfi Ebû Ümâme hazretlerinden rivayet etmişler.
Bu mânaya daha pek çok hadîs-i şerîf var. Bu mânayı bize anlatan pek çok hadîs-i şerîfi, sözleri var.
Yâ eyyühe’n-nâsü. “Ey insanlar!” Aleyküm bi’l-ilmi. “İlme sarılın, size ilmi tavsiye ederim. İlme sarılın, ilim öğrenin!” Aleyküm bi’l-ilmi kable en yükbeda ve kable en yürfa’. “Alınmadan kaldırılıp götürülmeden evvel ilme çalışın!”
İlim insanların arasından alınır, göklere yükseltilip, kaldırılıp götürülür! İlim kalmaz!
Bu iş nasıl olur?
Peygamber Efendimiz; “Allah verdiği ilmi insanın gönlünden, kafasından, aklından, hafızasından çekip almaz!” diyor.
Öğrettikten sonra unutturmaz, onu kafasından silmez.
İlmin göğe kaldırılması, insanlardan alınması nasıl olur?
Alimler ölür, geriye cahiller kalır.
Allah bizi sevdiği kul eylesin. Dünyada ve ahirette iyiliklere mazhar eylesin. Yüksek dereceler ihsan eylesin ama lütfuyla keremiyle kahrına gazabına uğramadan büyük musibetlere, fitnelere, belalara düçar kalmadan lütfuyla keremiyle bizi yüksek derecelerin sahibi eylesin. Cennetiyle cemaliyle müşerref eylesin. Tevfîkini her zaman her yerde refîk eylesin. Şükrü, yerinde şükredilecek şeylere şükretmeyi nasip eylesin. Sabredilecek hususlarda da; edebimizi muhafaza edip takdire rıza gösterip, çünkü rıza en yüksek makamdır. Sabredip o dereceleri kazanmayı nasip eylesin.
Bi-hürmeti Esmâihi’l-Hüsnâ ve Habîbihi’l-müctebâ. Ve bi-hürmeti esrârı sureti’l-Fâtiha.