Bismillâhirrahmânirrahîm.
El-Hamdüli’llâhi Rabbi’l-âlemîn. Ve’s-selâtü ve’s-selâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn ve men tebiahû bi-ihsânin ilâ yevmi’d-dîn.
Emmâ ba'd:
Fe-kâlallahu teâlâ
فَاِنْ تَابُوا وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتَوُا الزَّكٰوةَ فَخَلُّوا سَب۪يلَهُمْۜ ... ﴿٥﴾
Fe-in tâbû ve ekâmü’s-salâte ve âtevü’z-zekâte fe-hallû sebîlehüm.
Sadakallahu’l-‘azim.
Allahu Teâlâ Hazretleri Tevbe suresinde, fe-in tâbû, eğer bu çevrenizdeki kabilelerdeki insanlar tevbe ederlerse.
Ve ekâmü’s-salâte ve âtevü’z-zekâte. Namazlarını da kılarlarsa, tevbelerini lafta bırakmayıp da namazlarını da kılarlarsa, zekâtlarını da verirlerse.
Fe-hallû sebîlehüm. O zaman onlara bir baskı yapmayın, yollarını açıverin, serbest olsunlar yani onlara herhangi bir ceza vesaire olmaz, tevbe ederler, namaz kılar, oruç tutarlarsa, buyuruyor.
وعن ابن عمر رضي الله عنهما، أن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال: "أمرت أن أقاتل الناس حتى يشهدوا أن لا إله إلا الله ، وأن محمداً رسول الله ، ويقيموا الصلاة، ويؤتوا الزكاة ، فإذا فعلوا ذلك عصموا مني دماءهم وأموالهم إلا
وعن عائشة رضي الله عنها إِنَّ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ : إن الله رفيق يحب الرفق، ويعطى على الرفق ما لا يعطى على العنف ومالا يعطى على ما سواه" ((رواه مسلم)).
Ve ‘an ‘âişete radıyallahu anhâ enne’n-nebiyye sallallahu aleyhi ve selleme kâle. İnnellâhe refîkun yuhibbü’r-rifka ve yu’tî ‘ale’r-rifkı mâ lâ yu’tî ale’l-‘unfi ve mâ lâ yu’tî ‘alâ mâ sivâhü.
Ravâhu Müslim.
İmâm, hadîs âlimi, büyük âlim Müslim İbn Kuteybe, Ed-dîne Velî’nin sahihinde kaydettiğine göre, Hazreti Âişe anamızdan, Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in şöyle buyurduğu rivâyet olunmuş. Radıyallahu teâlâ anha.
Hazreti Âişe validemiz, çok âlime bir hatun idi. Peygamber Efendimizin yanında, genç olarak bulundu. Çok şeyleri güzelce hatırında tuttu ve bize bildirdi. İlmin gelişmesinde, Peygamber Efendimiz’in hadîslerini bilmemizde çok çok faydası oldu, Allah şefaatine erdirsin. Çok cömert idi, Hazreti Ebû Bekrî Sıddîk efendimizin kızı.
Peygamber Efendimiz buyurmuş ki;
İnnellâhe refîkun. Allahu Teâlâ Hazretleri rıfk sahibidir.
Refîk ne demek?
Rıfk sahibi.
Rıfk ne demek?
Yumuşaklık. Yani geçimlilik, yani uyumluluk. Refîk bir de insanın arkadaşına derler. Yolda kendisine refâkat edene, yani uyuyor, nereye giderse onunla beraber gidiyor, ondan refâkat diyoruz. Arkadaşına refîk diyoruz. Hayatta uyumlu olarak beraber yaşadığımız hanıma da refîka diyoruz, uyumlu gidiyoruz inşâallah. Yani Allah hep uyumlu gitmeyi nasip etsin.
Şimdi Allahu Teâlâ Hazretleri refîktir. Rıfk sahibidir. Yumuşak, affedici, bağışlayıcı, sert katı değil, kulun durumuna göre ona yumuşak muamelesini değiştirir, ısrar etmez ille azap vereceğim diye, refîktir.
Veyuhibbur rıfk rafiktir, kendisi rıfk sahibidir, yumuşaklılığı da sever, bu huyu sever. Ve yu’tî ‘ale’r-rifkı. Ve yumuşak, rıfk ile muamelesini yapan insanlarla öyle rıfk ve mülayemetle, uyumlulukla, yumuşaklıkla geçinen insana da verir ikramlarını, mâ lâ yu’tî ale’l-‘unfi, sertlikle elde edemeyeceği, katılıkla, haşinlikle alacağım bilmem ne filan diye uğraşmakla, sağlayamayacağı şeyi yumuşaklıkla, sağlar verir.
Hâlbuki insan sanır ki, sertlikle sanki daha çok koparırım, işi bitiririm, hayır. Unf, sert hareket etmek, katı böyle çekiştirmek, vurmak, kırmak,itmek, kakmak filan, o ters tepki yapar. İnadına insanlar direnir bu sefer, direnişe geçer. Hâlbuki yumuşak olunca, uyumlu olunca sever, yapar.
Gönül kazanarak olunca oluyor.
Gönül kazanmak çok önemli, yumuşaklık çok önemli.
Ve mâ lâ yu’tî ‘alâ mâ sivâhü. Başka usüllerle sağlanamayacak başka huyların kazandıramayacağı karları, kazançları, ilerlemeleri, gelişmeleri, yumuşak huyluluk rıfk, mülayimlik, yumuşaklık, uyumluluk insana kazandırır.
Hocamız rahmetullahi aleyh, biliyorsunuz bir arkadaş bir arkadaşa gelir de kalk gidelim derse, Ahmet bey kalk gidelim derse, Ahmet bey de nereye diye sorarsa, o arkadaşlığa sığmaz derdi.
Madem arkadaş, kalk gidelim deyince ne yapacak?
Uyum şey yapacak, peki gidecek, kalkacak, vardır bir bildiği diyecek, gidecek, arkadaşlık. Bir de kendisinin böyle Bursa telaffuzla bir meşhur sözü var, o da böyle duvarlara levha olarak asıldı. “Arkadaşlık pekey demekle kâimdir.”
Şuraya gidelim mi? Peki. Şöyle yapalım mı? Peki. Oturalım mı? Peki. Kalkalım mı? Peki, silorpi alalım mı? Peki. Dondurma alalım mı? Peki. Hiç hayır yok. Yani arkadaş; uyumlu, arkadaş yumuşak, sert değil, katı değil.
Ya falanca arkadaşla biraz bir şey yaptık, Allah, bir türlü, ne söylesem yanaşmıyor, şöyle yapalım ıı olmaz, peki o zaman böyle yapalım o da olmaz, şu bu da olmaz, Allah Allah. Yani illallah. Ha işte ona unf derler. Sertlik, haşinlik, efendim uyumsuzluk, buna da rıfk derler. Rıfkı seviyor Allah. Kendisi de refîk. Cenâb-ı Hak Teâlâ hazretleri kullarının yaptıklarını cezalandıracak olsa yeryüzünde bir tane kul kalmaz, müslüman dahil. Hepsi cezayı hak ederler, hapı yutarlar, mahvolurlar. Ama rıfk sahibi. Hilim sahibi.
Hilim ne demek?
Hilim de kızılacak yerde itidalini bozmayıp sakin hareket etmek, düşüne taşına hareket etmek: Adam kalkıyor bir laf söylüyor, karşı taraftaki de bir kızıyor, birden çekiyor tabancayı tırak tırak tırak tırak, ne oldu?
Kızdım. Kendimi kaybettim, dayanamadım, aklım başımdan gidiverdi birden. Ha işte o halim değil.
Halîm insan nedir?
Kızmıyor. Mus'ab b. Umeyr radyallahu anh, Müslüman olunca, anası nasıl kızmış? Gelecek tokat atacak. Kızıyor, dövecek, cebbar kadın, amma öyle vakur, öyle böyle sakin durmuş ki vuramamış. Çok gözümün önüne geliyor o sahne de. Sakin olmak, herkes hücum ediyor, tenkit ediyor, olmaz diyor, bilmem ne diyor, gâyet sakin. Şeyde de, Medine-i Münevvere de de öyle. Mus'ab b. Umeyr çok mübarek bir zattı. Mus'ab b. Umeyr şehit. Allah cennette buluştursun, şefaatine erdirsin.
Mus'ab b. Umeyr, müslümanlara İslâm’ı anlatırken, kabile reisleri diyorlar ki; bu herifler geldiler, gençleri böyle topluyorlar etrafına, aldatıyorlar, birimiz gitsin de şunlara söylesin, kovsun bunları. Mekke’den kalktılar buraya geldiler; orayı karıştırdıkları yetmiyormuş gibi, burada da efendim bizim atalarımızın dininden bizim çocukları çıkartıyorlar, kandırıyorlar filan. Tamam kabilenin reisi oranın ağası. Kalkıyor gidiyor. Yani itibarlı insan. Uzaktan gelirken müslümanlar diyorlar ki;
Ya Mus’ab! Bu gelen var ya, bu gelen, bu kabilenin önde gelen hatırlı, kıymetli, kuvvetli adamlarından biridir. Aman bunu kazanırsan çok kâr ederiz. Aman fıs fıs fıs fıs fıs buna bilgi veriyorlar, ön bilgi veriyorlar. O geliyor pür şiddet, pür hiddet, kızgın, kılıcı var yanında diyor ki; toplanmayın burada, istemiyoruz bizim mahalleye gelmeyin, gidin bilmem ne, sizi buralarda bir daha görmeyeyim filan, yani oraların ağası, kabilenin reislerinden olduğu için öyle yapmak istiyor.
Mus’ab İbn Ümeyr diyor ki; isterseniz Kur’an-ı Kerîm’den size biraz okuyayım. Serbestsiniz, dinlersiniz, eğer yine gidin derseniz o zaman gideriz, ama önce bir dinleyin. Bir okuyayım diyor.
Bir euzu besmele çekip bir Kur’an-ı Kerîm okuyor. Allahu ekber. Bir Kur’an-ı Kerîm okuyor, eritiyor karşısındaki adamın sertliğini. Mum gibi yapıyor. Müslüman oluyor adam. Kovmaya gelen adam, onun yanında müslüman oluyor. Kur’an-ı Kerîm’in tesirine bak. Mus'ab b. Umeyr radıyallahu anhın da güzelliğine bak, zaten yakışıklı bir insan. Bir evin bir tane oğluydu, asildi, yakışıklıydı, kıymetliydi ama sonra bir keresinde şeyden geldi bir seyahatten görenler ağladılar. O eski halini hatırlayanlar, üstünde yamalı elbiseler, perişan, pejmürde kıyafet, ağladılar.
Hilm güzel.
Tamam mı?
Kızmak, sertlik kötü.
Tamam mı?
Bundan sonra inşâallah patlamayalım, çatlamayalım, birden parlamayalım, yanmayalım, yakmayalım, vurmayalım, kırmayalım inşâallah.
Tamam mı?
Söz mü?
İnşâallah. Birisi birisine şaka yapıyordu, o gözümün önüne geliverdi, yapma diyor, gidiyor gıdıklıyor, koltuğunun altına parmağını, ya yapma diyor, ya sinirleniyorum yapma diyor, o da gidiyor gene yapıyor filan. Su testisi vardı orda hiç unutmuyorum, testiyi aldı bir vurdu pat, testi yumurta gibi parçalandı.
Sinirlenmek, yani sabır edememek. İnsanın duyguları taştı mı onun freni zor yani. O zaman çok sert şeyler olabiliyor. Hadi testi kırılsın, kırılan testi olsun da bazen öyle olmuyor. Bazen iş kanlı sonuçlara kadar varabiliyor.
Güzel sıfatlardan birisi rıfk, yumuşak olmak, refik olmak, geçimli, uyumlu olmak. Halim, selim olmak.
Müslüman, el-Müslimü âlifün me’lûfün. Müslüman ,kendisi başkalarıyla güzel geçinir, başkaları da kendisinin yanına yanaşabilirler, sokulabilirler, güzel geçinirler.
Neden?
Sevimlidir, çekicidir. Öyle kaçırıcı, soğuk, korkutucu değildir.
Ben üniversitedeyken, bizim sınıfta otururdum ben, böyle u harfi şeklinde dizilmişti masalar, hocanın kürsüsü buradaydı, tahta buradaydı, ben bu köşede otururdum, kapı karşıda, kapının tam karşısında. Tabi Türkiyat bölümünden Türkçe öğretmeni olacak kızlar erkekler filan da bizim Arap dili edebiyatının bölümünün, Fars dili ve edebiyatının derslerine gelirlerdi.
Şimdi ben böyle kitap önümde hocanın gelmesini bekliyorum, kapıdan girerler, böyle dolanırlar, gelirler giderler, bir şey soracaklar, korkuyorlar benden. Çekiniyorlar. Hâlbuki arkadaşlarım yani, öğrencilerden birisi de benim, benim kaşlarımın çatıklığımdan, böyle duruşumdan, merhaba deyip bilemedikleri şeyleri öğrenmek için sormaya ihtiyaçları olurdu. Gelip soramazdı. Ben de ona gözümün ucuyla takip ederdim yani kitaba bakıyorum ama ne yaptığını da fark ederdim, böyle sert bir insandım.
مَنْ طَلَبَ الْعِلْمَ لِيُمَارِيَ بِهِ السُّفَهَاءَ، أَوْ يُكَاثِرَ بِهِ الْعُلَمَاءَ، أَوْ يَصْرِفَ بِهِ وُجُوهَ النَّاسِ إِلَيْهِ، فَلْيَتَبَوَّءْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ. أَبُو نُعَيْمٍ فِي "الْـمَعْرِفَةِ" كر عَنْ أَنَسٍ.
Men talebe’l-ılme li-yümâriye bi-hi’s-süfehâe ve yükâsira bi-hi’l-ulemâe ve yasrife bi-hî vücûhe’n-nâsi ileyhi fe’l-yetebevve’ mak’adehû mine’n-nâri.
Sadaka Rasûlü’llâh, fî mâ kâl, ev kemâ kâl.
Ebû Nuaym el- İsfahânî’nin ve İbn Asâkir’in Enes radıyallahu anh’ten rivayet ettiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi vessellem Efendimiz buyurdular ki;
Men talebe’l-ılme. Kim ilim öğrenmeye girişirse, ilim talep ederse. İlim yoluna girerse, ilim öğrenmeye başlarsa.
Ama ne sebeple?
Li-yümâriye bi-hi’s-süfehâe. Akılsız, boş kafalı insanlarla onunla, münakaşa yapmak için. Laf ebeliği, çekişme, münakaşa.
Ve yükâsira bi-hi’l-ulemâe. Ve âlimlerle, âlimlerin karşısına geçip, bak ben senden daha çok biliyorum diye, bilgi çokluğu yarışması yapmak için.
Ve yasrife bi-hî vücûhe’n-nâsi ileyhi. Ve bu ilim vasıtasıyla, insanların teveccühlerini kendisine celbetmek maksadıyla ilim öğrenirse.
Bu adam ilimden bir sevap alır mı?
Mükâfat alır mı?
Âlimin sevabını alır mı?
İlim öğrenmenin, ilim öğretmenin mükâfatına nail olur mu?
Olamaz.
Üstelik.
Fe’l-yetebevve’ mak’adehû mine’n-nâri. Cehennemde oturacağı yere hazırlansın bakalım. Çünkü cehenneme atılacak. İlmi; boş kafalı heriflerle, çene çalmak, münakaşa etmek için, âlimlerin karşısına geçip “Bak ben senden daha çok biliyorum” diye övünmek için, insanların teveccühlerini kendisine çekmek için öğrenen cehennemdeki yerini hazırlasın.
İlim niçin öğrenilir ?
Allah’ı bilmek için, Allah’ın rızasını kazanmak için öğrenilir.
Cenâb-ı Hakk Teâlâ bize neler buyurmuş?
Şunu öğreneyim de yapayım.
Nelerden sakınmam lazım?
Bazen çok istiyoruz, doğruyu bilmek ama yine yanılıyoruz şu işi kökünden doğru öğreneyim en iyisi şu ilim yoluna gideyim de, şu ilim işi iyice öğreneyim diye öğrenirse, o zaman mükâfat alır.
Allah rızası için öğrenecek. Allah’ın rızasını kazanmanın yollarını, öğrenmek için öğrenecek. Öğretirken de, öğrenirken de Cenâb-ı Hakk’ın rızasını düşünecek. Halkın teveccühünü, maaşını, bilmem alkışını, beğenmesini, takdirini düşünmeyecek. Öyle düşünürse mükâfat alamaz. Böyle düşünürse mükâfat alır.
Allahu Teâlâ hazretleri âlime, ilme, ilim öğrenene, muallime çok mükâfat veriyor ama onun da şartı bu işte. Yani Allah rızası için olması. Allah rızası için olmayınca hava alır. Hava almakla da kalmaz, ateşe atılır cayır cayır yanar.
Bu hususta pek çok hadîs-i şerîfler var. Mükâfatlarını da okuyalım.
مَنْ طَلَبَ الْعِلْمَ، كَانَ كَفَّارَةً لِـمَا مَضَى. ابْنُ قَانِعٍ طب ت وَضَعَّفَهُ عَنْ عَبْدِ اللهِ بْنِ سَخْبَرَةَ عَنْ أَبِيهِ.
Men talebe’l-ılme kâne keffaraten limâ madâ.
Kim ilim öğrenirse, geçmiş hata ve kusurlarını silmeye, bu ilim öğrenmesi vesile olur. Kefaret olur. Eski günahlarını Allahu Teâlâ affeder siler.
مَنْ طَلَبَ الْعِلْمَ، تَكَفَّلَ اللهُ لَهُ بِرِزْقِهِ. خط كر وَالْـمَرْهَبِيُّ فِي الْعِلْمِ وَالدَّيْلَمِيُّ عَنْ زِيَادِ بْنِ الْحَارِثِ الصُّدَائِيِّ.
Men talebe’l-‘ilme tekeffelallahu bi-rızkıhî.
Kim ilim öğrenmeye girerse. Ee bak mühendis olmuyor, doktor olmuyor. Ne olacak şimdi? Bu para kazanamaz, kimse kız vermez. Aç kalır, açık kalır. Allah onun rızkını, tekeffül ediyor. Kim ilim öğrenmeye kalkarsa o yola girerse, Allah onun rızkını tekeffül eder. Ummadığı yerden, ummadığı şekilde rızkı gelir, nimete nail olur.
مَنْ طَلَبَ بَابًا مِنَ الْعِلْمِ لِيُصْلِحَ بِهِ نَفْسَهُ، أَوْ لِـمَنْ بَعْدَهُ، كَتَبَ اللهُ لَهُ مِنَ الْأَجْرِ مِثْلَ رَمْلِ عَالِجٍ. كر عَنْ أَبَانَ عَنْ أَنَسٍ.
Men talebe bâben mine’l-‘ilmi li-yusliha bihî nefsehû ev limen ba’dehû keteballahu lehû mine’l-ecri misle remli ‘âlicin.
Kim ilimden bir bölüm, çünkü ilmin tamamını öğrenmek, mümkün değil. Ancak insanlar bölüm bölüm öğrenirler. Kimisi şu ilimde temayüz eder, kimisi bu ilimde bilgi sahibi olur, mütehassıs olur, kimisi öteki ilimde. Birisinin bildiğini ötekisi bilmez. Bütün ilimleri öğrenmeye kalkan da birşey öğrenemez. Yani hepsinde sathi kalır. Ancak bir dalda derinleşen biraz birşey öğrenir.
Ben herşeyi öğreneceğim; ziraatten, ticaretten, sanayiden, mühendislikten, doktorluktan, edebiyattan, tarihten, coğrafyadan, kimyadan, fizikten. Tamam sen lise talebesi seviyesinde kalırsın. Doğru düzgün bir tanesine kendini ver. Adam akıllı çalış da mütehassıs ol, uzman ol, parmakla gösterilen bilgili bir kimse ol. Kendi tecrübelerinin vesaire vesaire. Herkes sana hürmet etsin.
İlimden bir bab öğrenen bir kimse, yani hepsini öğrenmeye gücümüz yetmiyor. Fıkıh biliyorsak, tefsir bilmiyoruz. Tefsir biliyorsak, hadîs bilmiyoruz. Hadîs biliyorsak, kelâm bilmiyoruz. Kelâm biliyorsak, faraiz bilmiyoruz. Eksiklerimiz çok. Yani ömrümüzü ilme verdiğimiz halde eksikler çok oluyor. Eh böyle yavaş yavaş, bab bab, bölüm bölüm hayırlı ilimleri Allah öğrenmeyi nasip etsin. İlimden kim bir bab bir bölüm öğrenmeye girişirse;
Neden?
Li-yusliha bihî nefsehû. Bunu öğreneyim de nefsimi ben ıslah edeyim diye öğrenirse. Şu nefsimin çok kusurları var. Ayıplarım, eksiklerim çok, hatalarım bol, şu ilmi öğreneyim de kendimi bir ıslah edeyim, bir düzene sokayım, nedir bu derbederliğim. Ömür işte geldi işte gidiyor. Bir baltaya sap olamadık. Cenâb-ı Hakk’ın rızasını kazanacak doğru düzgün birşey yapamadık. Yazık olacak.
Cenâb-ı Hakk’ın divanında nasıl hesap vereceğiz?
Bu ömrün, bu ilmin, paranın, pulun nasıl hesabını vereceğiz?
Bu sıhhati diye. Kendini ıslah etmek için, öğrenirse.
Veyahut.
Ev limen ba’dehû. Kendisinden sonrakilere bu ilmi öğretmek için, onlar ıslah olsunlar diye. Dur ben şunu iyice öğreneyim de, bu konuda başkalarına faydalı olayım. Çoluk çocuğum yetişsin, eşe dosta anlatayım, isteklilere anlatayım diye, böyle iyi niyetle öğrenirse.
Keteballahu lehû mine’l-ecri. Cenâb-ı Hakk ona ecir ve mükâfat babında ne kadar sevap yazar?
Misle remli ‘âlicin. Çölün kumları sayısınca, sevap yazar. Uçsuz bucaksız çölde o kumların sayılarını kim bilir Allah’tan başka. Ne kadar çok mükâfat. İşte o kadar çok mükâfat verir.
Bu konuda bir hadîs-i şerîf daha.
مَنْ طَلَبَ بَابًا مِنَ الْعِلْمِ لِيُحْيِيَ بِهِ الْإِسْلَامَ، كَانَ بَيْنَهُ وَبَيْنَ الْأَنْبِيَاءِ دَرَجَةٌ وَاحِدَةٌ فِي الْجَنَّةِ. ابْنُ النَّجَّارِ عَنْ أَبِي الدَّرْدَاءِ.
Men talebe bâben mine’l-‘ilmi. Kim ilimden bir bölüm, bir bab, bir bahis öğrenmeye girişirse,
Neden?
Li-yuhyihe bihi’l-islâme. Bu öğrendiğim ilimle, İslam’ı dirilteyim diye.
Çünkü İslam’ın dirilmesi, canlı kalması, yaşaması neyledir?
İlimledir. İlim gitti mi İslam’ın canı da gider. Çünkü; El'ilmü hayâtül islâm. İlim İslam’ın hayatıdır. İlim yok İslam gitti, öldü. İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn. İlim var. Tamam. İslam dirilir. İslam’ı diriltmek için, kim ilimden bir bahis, bir bölüm öğrenirse, bir dal öğrenirse;
Kâne beynehû ve beyne’l-enbiyâi deracetün vâhidetün fi’l-cenneti. Cennete girer. Üstelik cennete girdikten gayrı, Peygamberler ile arasında sadece bir derece fark olur. O kadar yüksek derecesi olur ki, yüksek yüksek yüksek yüksek. Ancak Peygamberlerden bir derece aşağı. Bir derece fark olur Peygamberler arasında. Çünkü, İslam’ı ihyâ etmek istiyor. Gazâlî kitap yazmış.
Ne yazmış?
İhyâ'u Ulmû'id-Din. Din ilimlerinin ihyâsı, yani diriltilmesi. Din ilimlerinin diriltilmesi. Bak ne niyetle. Kitabın başından, niyeti belli mübareğin. İslam’ın ilimlerini, yeniden diriltmek istiyor ,İslam’ı diriltmek istiyor.
Birisi İmam Gazâlî’nin kitaplarını nerede görse yaktırırmış. Şimdi Suud’da sokmuyorlar, okutturmuyorlar. İşte bazı zayıf hadîsler filan var içinde, rivayetleri zayıf filan diye.
Kâdı’nın birisi, hakimin birisi, eski devirde, Kâdı Efendi. Nerede İmam Gazâlî’nin kitaplarını görse yaktırırmış. Bir gece rüya görmüş rüyasında; mübarek böyle bir kalabalık topluluk bir şey. Birde bakmış ki Peygamber sallallahu aleyhi vessellem Efendimizde orada. Yanında da böyle müeddeb bir insan var, el pençe divan duruyor. Çok terbiyeli bir kimse. Bu da gitmiş Peygamber Efendimizin yanına doğru, rüyada, âşk ile şevk ile el öpecek şey yapacak filan Kâdı ya, âlim yani. O mübarek müeddeb zat elinde bir kitap varmış.
Demiş ki; Ya Resûlullah! Bu kardeşimiz, benim bu kitabımı nerede görse yaktırıyor. Burada sizin rızanıza aykırı, hadîse, sünnete aykırı birşey var mı?
Müteala buyurup söyler misiniz?
Diye kitabını Resûlullah’a uzatmış. Rüyada, Resûlullah Efendimizde sayfaları çevirmiş. Demiş yok. Güzel yazmışsın. Aferin güzel yazmışsın demiş. Bu Kadı Efendi işte bu kitaplar fena dedi o zaman bu Kâdı Efendiye iftira cezası, şu kadar kırbaç vurulsun diye rüyada hükmedilmiş. Rüyayı gören Kâdı Efendiye rüyada sırtı açılmış, sırtı kırbaçlanmış. Rüyadan uyanmış ki, sırtı kan revan içinde, kabarık kabarık. Olur mu böyle şeyler?
Allahu âlem. Tabi geçmiş zamanda kitaplara girmiş böyle birşey. Ama yani olmuşa benziyor. Olmuş gibi. Çünkü iyi niyetli, İslam’ı ihyâ etmek istiyor, ötekisi de onu tenkit ediyor. Bazı adamların suyu sert oluyor, kimseyi beğenmiyor, herkesi cehenneme tıkmaya çalışıyor filan. Halbuki Cenâb-ı Hakk daha iyi bilir dese, biraz hüsnü zan etse iyi olur.
Allahu Teâlâ hazretleri, bizi güzel huylara sahip eylesin. Sevdiği kulları eylesin. Sevdiği işleri yapmayı nasip etsin. Sevmediği sözlerden, hallerden, huylardan kurtarsın. Eskiden işlediğimiz kötü amellerin cezalarını da kaldırsın. Bizi tertemiz olarak, sevdiği kul olarak huzuruna varanlardan, cennetine girenlerden, cemalini görenlerden eylesin.
Bi-hürmeti ismihi’l-a’zâm ve bi-hürmeti nebiyyihi’l-ekrem ve bi-hürmeti esrâr-ı sûreti’l-Fâtiha...