"Sultanu'ş Şuara" unvanına sahip olan şair, yazar ve mütefekkir Necip Fazıl Kısakürek'in vefatının ardından 42 yıl geçti.
26 Mayıs 1904'te dünyaya gelen Kısakürek'in çocukluğu, "terbiyemi borçluyum" dediği, dönemin hakimlerinden büyükbabası Maraşlı Kısakürekzade Mehmet Hilmi Bey'in Çemberlitaş'taki konağında geçti.
Okumayı 5-6 yaşlarındayken dedesinden öğrenen ve günlük gazeteleri okuyarak çevresine anlatan Kısakürek, büyükannesi Zafer Hanım'ın da etkisiyle romanlar sayesinde okuma tutkusuyla tanıştı.
"Kaldırımlar" eserini 1928'de yayımlayan şairin bu eseri, okurun büyük ilgisini ve hayranlığını kazandı.
Necip Fazıl Kısakürek'in "baş eser" olarak gördüğü, şiir mefkuresini de ortaya çıkaran "Çile" eseri 1962'de okuyucuyla buluştu. Usta şair, bütün şiirleri arasından bir "süzme ve bütünleştirme" yaptığını söyleyerek, bu kitabın dışındaki şiirlerinin artık kendisine mal edilmemesini istemişti.
Kısakürek, Büyük Doğu Hareketi'yle geniş kitlelere ulaştı ve 1963'te başta İzmir, Erzurum, Bursa olmak üzere Türkiye'nin her tarafına yayılan konferans dizisine başladı.
Yaklaşık 80 yıllık ömrüne birçok gazete ve dergide sayısız yazı, dergi, düzineleri aşan konferans ve hitabenin yanı sıra 70 eser sığdıran usta şair, şeker hastalığı sebebiyle Erenköy'deki evinde 25 Mayıs 1983'te vefat etti. Cenaze namazı, Fatih Camisi'nde kılınan Kısakürek'in naaşı omuzlarda taşınarak, Eyüp Sultan Mezarlığı'nda toprağa verildi.
Prof. Dr. Mahmud Es'ad Coşan: "Necip Fazıl, bir bayraktır"
Prof. Dr. Mahmud Es'ad Coşan, Necip Fazıl'ı çeşitli konferanslarında şöyle anlatmıştı:
"Biz Necip Fazıl'ı bir dost, bir üstad, bir kardeş olarak görmüyoruz; Necip Fazıl bir bayrak, bir İdeolocya örgüsünün muallimi... İnsanları Hakk'a, imana, İslâm'a davet eden bir aksiyon insanı.
Necip Fazıl da böyle bir oluşumu gerçekleştirecek kadroyu yetiştirmeye çalışan mimarlardan, sanatkârlardan birisidir. Büyük insanların hayatlarında, büyük değişiklikler oluveriyor. Allah'ın büyük bir lütfu!
"Necip Fazıl'ı böyle değiştiren ne?" sorusunun bir tek kelime ile cevabı tasavvuftur. Allah böyle bir insanın gönlünü mârifetiyle nurlandırdı mı, gönlünden diline hikmet pınarları akar.
Abdülhakim-i Arvâsî hazretleri onu ele alıyor. Evliyâullahın nazarında insanların gönülleri ve kabiliyetleri ve istikballeri âyan, Allah'ın lütfuyla... Ve Necip Fazıl, o mübarek zâtla tanıştıktan sonra o Mevlânâ, Hacı Bayrâm-ı Velî, Gazzâlî, Akşemseddin, Nureddin Topçu gibi, o yola giriyor. Sanatını, varlığını, hizmetini, heyecanını, gayretini, bütün kuvvetini o "sonsuzluk kervanı" dediği, bağlandığı büyüklerinin izinde, o hizmette ömrünü geçiriyor. En mühim olan nokta o...
Evet, işte Necip Fazıl böyle bir meşale ile tutuşturulmuş ve ondan sonraki hizmetleri ile bakıyoruz karşımızda çok samimi bir derviş kardeşimiz... Ama başkalarına da faydası olan ve çok ince meseleleri çok zarif bir şekilde, kendi zevkine göre çok güzel anlatan; Râbıta-ı Şerif, Halkadan Pırıltılar, Çöle İnen Nur, Peygamber Halkası, 101 Hadis, İman Atlası -ilmihal- diye çeşitli dinî, tasavvufî -yani pasif değil; aktif, cayır cayır yanan ve yakan, konuları öyle anlatan- eserler yazan bir kimse. Ve tasavvufa bu dil ile Peygamber Efendimiz'in hayatına Esselam kitabıyla şu güzel Türkçemizle çok güzel katkılar sağlamış olan bir mübarek kimse hâline geliyor.
Çalışa çalışa tek başına bir "Necip Fazıl gençliği" meydana getirdi. Sayısız talebeler yetiştirdi, sayısız kalemler, mütefekkirler, eserler onun teşvikiyle ortaya çıkarıldı."